78 milyon Türk milletini son derece yakından ilgilendiren başlıktaki sorunun cevabını karınca kararınca vermeye çalışacağım. Kısa bir anımla başlayacağım yazıma:
İlhan Atış, Mülkiye Başmüfettişi. Yıl 1998 olduğunu hatırlıyorum. Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ı vâki şikâyetler üzerine teftişe gelmişti. Demek ki ilgili dosyaları istemek üzere teftiş yeri İstanbul Valilik konağı. Karşı sokak, Cağaloğlu yokuşunda matbaamız var.
İlhan Atış’la tanışmamız, ilk Kaymakamlık yeri Elbistan olması dolayısıyla yakın dostluğumuz var. Ziyaretine gittim. Kısa bir sohbetten sonra teftiş sebebini sordum? “Belediye hakkında şikâyetler var.” deyip geçiştirdi. Tabiî kural gereği içeriğini söylemedi, sormadım da. Daha sonra haricen öğrendim; Belediye Bşk. Recep Tayyip ERDOĞAN’ın hakkında yapılan şikâyetlerin temelsiz, gerçek dışı olduğunu rapora bağlamış.
O’nun belediye reisliğinden önce, İstanbul’a her gelişimde, evlerde günlük ihtiyaç için 5-6 boş bidon bulunurdu. Gece su akarsa doldurmak için. Sayın İstanbullu’ların çoğu bilir; Sayın ERDOĞAN göreve gelince ilk işi, Allah’ın verdiği izin, güç ve nusret sayesinde su sorununu çözmek oldu.
Bilindiği gibi, daha sonra AK Parti’yi kurdu. “İnsan arkadaşıyla ölçülür” atasözünü şiar-prensip edinmiş olmalı kî, yurdumuzun yükünü omuzlayacak bir kadro oluşturdu. Zira; “Ağaç dalıyla gürler” atasözünü de keza prensip edinmiş olmalıdır mutlaka. Zira, güvenilir âkil insanlardan oluşan kadro kurmasaydı, yurdumuzda 13 yıl gibi kısa dönem içinde fevkalâdeli bu gelişmeler-hizmetler-eserler yüce milletimize sunulabilir miydi?
Yüce Milletimizin, yüzde 52 oy vererek Cumhurbaşkanlığı pâyesini lütfettiği Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN, gerek partinin yönetim kurulunu, gerek MYK üyelerini ve gerekse Bakanlarını; bir elmanın yarısı misali mükemmel ve dürüst ve çalışkan şahsiyetleri seçtiğindendir ki;
Başbakanlık döneminde sundukları dev hizmetlerden; üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, Yalova-İzmit arası köprü, deniz altından yapılan yollar, vaki hızlı trenler, yüzlerce dağlar-tepeler delinip uzun mesafeler kısaltılarak, tüneller açılıp 18 bin km. bölünmüş ve de sıcak asfaltla kaplanan yollar, Güney Kıbrıs’a su götürülmesi, yurdumuzun muhtelif il, ilçe ve köylerinde “Suu!.. Sûû!..” diye yanan vatandaşlarımızın içme suyuna kavuşturulması, vaki barajlarla yüz binlerce kıraç toprağın su ile evlendirilmesi,(yurdumuzun 4. Büyük Elbistan-Afşin ovasının da inşallah 2-3 yıl içinde suya kavuşturulması bekleniyor) hele de insanımızı yakından ilgilendiren sağlık kurumuna getirdiği değişiklikler, oldukça büyük hastaneler yaptırılıp, Avrupa’yı kıskandıracak kadar modern cihazlarla donatılması, üniversiteler sayısının arttırılması (darısı Elbistan’ımıza),hele de öğretmen kadrolarının cömertçe verilerek eğitime son derece destek sunulması küçümsenecek hizmetler midir?
Bitmedi; yeni yapılan okullar ve mevcut okullara binlerce ilâve dershaneler… Gerçeği söyleyim mi? Sergilenen hizmetlerin hepsini sıralamaya sütunlarımız kâfi gelmez, bir nevi mübarek yurdumuzu ikiye, belki de üç’e (3) katlamıştır sundukları eserlerle.
En son, dünya devlet adamlarına parmak ısırtırcasına G 20 Toplantısı’nın Antalya’da kusursuz gerçekleştirilmesi, bu sırada; terörün önlenmesi için dünyanın iş ve elbirliği yapması gerektiği üzerinde ısrarla durduktan iki (2) gün sonra Fransa’nın başşehri Paris’te teröre 90’ı ağır 200’e yakın yaralı ve 129 kurban vermesi, bu facia üzerine, Nasrettin Hoca’nın; “Benim sözüme inanmıyorsun da ahırdakine mi inanıyorsun?” fıkrası misali, Avrupa başta, tüm Dünya Devletleri uyandı... Sayın ERDOĞAN’ı sanki ALLAH konuşturmuş. Başka nasıl yorumlanır ki?
Ayrıca, sadist ruhlu, kendi vatandaşlarından, hiçbir sebep yokken, dört yüz bin (400000) insanını öldüren Suriye sözde devlet başkanının zulmü yetmiyormuş gibi; dünyanın başına belâ olmaya aday gibi görünen Rusya’nın da bu zalime destek vermesi ve de sözde Müslüman geçinen, tarihte ise hep Müslümanların karşısında olan İran’ın da keza destekleriyle yüz binlerce evi tekrar tekrar bombardıman ile yakıp-yıkıp binlerce insanı dünyanın gözü önünde hunharca öldürmeleri akıl dışı bir olay, bir facia… Tarihe bir kara leke olarak geçecek bir olay... Sağ kalanları da yurt dışına sürgün eden Suriye sözde Devlet Bşk. (gazete kirlenir diye adını yazmıyorum) miadı dolduğunu, bunun bu ülkeden ayrılması gerektiği üzerinde haklı olarak duran Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; evvel Allah’ın izniyle inşallah bir dünya lideri olmanın arefesinde demek içimden geçmiyor değil. İnşallah öyle olur.
Diğer taraftan, neymiş; “ERDOĞAN diktatör”müş (!). Bu iddiayı ileri sürenlere derim ki, gel kardeşim; Allah rızası için bir meşveret yapalım; Âyet gereği, “Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek kadar günahtır” buyrulduğunu, Sayın ERDOĞAN konuşmalarında vaki dile getirdiği hepimizce malûm. Bunun canlı bir örneğini masaya yatırıp kritiğini yapalım: içinde vicdan merhamet ve şefkat dolu olmasaydı; yurdumuza sığındıkları bilinen resmi kayıtlara göre üç (3) milyona yakın, harici tahminlere göre dört (4) milyona yakın Suriyeli ve üç yüz bini aşkın da Irak’lıyı, memleketlerinde kan kusturulurcasına zulüm gördükleri için; Yüce Devletimizin sıcak kollarını açıp bağrına basar mıydı? Buna nasıl “diktatör”? denir? Bunun, kuru bir iddia olduğu nerden bakılsa belli değil mi?.
Bu iddiayı ileri süren kardeşlerimize saygı ile soruyorum? Yabancı ülke insanlarına- çocuklarına dahi böyle acıyıp merhamet eden, şefkat gösteren bir Devlet adamı, kendi ülkesinin vatandaşlarına diktatörlük yaparak incitir mi? Kaldı ki, kendisine hakaret ettiklerinden dolayı açılan dava sayısı (1.100) bin yüz civarında imiş. Diktatörlük yani acımasızlık hissi olsa, o kişi ve kişiler öyle hakaret edebilirler mi? Mahkemeye başvuruyor: “Ben masumum, davacıyım. Kanunun…ncı maddesi mucibince gereğini arz ederim” diyor.
Size soruyorum? Sıradan bir vatandaş da öyle bir hakarete uğrasa, onun da baş vuracağı makam mahkeme değil mi? Zira, diktatör his ve duygusu olsa, mahkemeye niye başvursun ki? Ne yapacağını sen düşün… Anasından doğduğuna pişman etmeyeceğini kim söyleyebilir?
Bu, durum değerlendirmelerimden sonra, gerek bu gün, gerekse gelecekte yurdumuzun daha rahat yönetilip, kalkınmamızın daha mükemmel ve hızlı yürütüleceği birçok âkil şahsiyetlerin ağzından da dinlemekteyiz. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN da bu yolun açılmasına mademki siz, biz yani hepimizden ya da büyük bir çoğunluğumuzdan yetki istiyor, bu isteğe niye yok diyelim ki?
1980 ihtilâli müteakip paşaların baskısıyla yürürlüğe konulan, yurdumuzun hızlı kalkınmasını frenleme başta birçok konularda Devletimizi yönetenlerin elini-kolunu bağlayan Anayasa ile ülkemize gereken hizmetin yapılamayacağı güneş gibi meydanda. Bu durum herkesçe malûm olduğu için yeni Anayasa’nın da değiştirilmesi gündemin 1.Maddesi olacak. Başkanlık için de o gün oy kullanılacağı belli. Bu itibarla; tabiî ki takdir yine siz kardeşlerimin olmak üzere seve seve
“E V E T” D İ Y E L İ M.
Mehmet Göçer